Bir Turizimcinin Seyahat Notları – Gobi Çölü

Ger – Gobi Çölü yaşam evleri

İki arkadaş Eylül’ün ilk haftası Moğolistan’ın başşehri olan Ulan Batur‘a Türk Hava Yolları’nın doğrudan seferi ile uçtuk. Bu seyahati planlamamızın amacı dünyanın en büyük beşinci, Asya kıtasının ise en büyük çölü olan bu gizemli yeri keşfetmek ve fotoğraf arşivimize değişik bir yörenin fotoğraf karelerini eklemekti.

Gobi turuna başlamak için yerel rehberimizle Ulan Batur’un güneyinde, uçakla 1 saatlik mesafede olan  Dalanzadgad’a uçtuk. Havalimanında bizi bekleyen 4 x 4 Rus yapımı Lada SUV ve onun güleryüzlü şöförüyle  batıya yönelip Gobi Gurvansaikhan Milli Park’ına giriş yaptık. Bu milli parkın yüz ölçümü İsviçre’nin yüz ölçümüyle eşit.

Gobi Çölü’ünde deve sürüsü

Birinci gün  Gobi Çölü’nün Bayanzag bölgesindeki Red Flaming Cliffs’i ziyaret ettik.  (Alevli Kayalar). İlk defa 1922 de Roy Chapman isminde Amerikalı antrapolog tarafından burada Dinozor yumurtası bulunmuş. Daha sonra yapılan kazılarda bir çok dinozor iskeleti çıkarılmış ve buraya Dinozor Mezarlığı denilmiş. İlk gece kendi çadırlarımızda kaldık. O gece bir kampçının

Alevli Kayalar

başına gelebilecek en kötü şanssızlıklardan biri olan şiddetli yağmura yakalandık. Gobi’de bu mevsimde nadir görülen yağmur bizi buldu.

İkinci gün de yağmur devam ettiğinden kısa bir yolculuktan sonra Khongar Sand Dunes yakınlarında içinde 4 tane çadırı olan bir ger kampına geldik. Keçeden yapılı yerden bir karış yukarda kalacak şekilde ipe bağlı ağır taşlarla sabitlendirilen çadırımıza geçtik.

Kampın sahibi aile sezon içinde bu işi yapıyor. İklim şartları nedeniyle Gobi Çölü’nün mevsimi ancak 4 ay gibi kısa sürüyor. Kışın ısı özellikle Ocak ayında – 45 santigrat dereceye kadar düşebiliyor. Temmuz ayında ise sıcaklığın + 45 dereceye çıktığı yerler var.

Ailenin hazırladığı et, pilav ve sebzeden oluşan akşam yemeğini hep birlikte yedik. Yemek sonrasında sütlü çaylarımızı yudumladık.

Yemek sonrası çay içen yaşlı kadın

Gece müthiş bir fırtına oldu. Rüzgar önünde hiçbir engel olmadığından yağmurla birlikte bütün gece film efektlerinde dahi duymadığımız ürkütücü bir sesle esti. Dışarısı +1 santigrat , hissedilen ısı ise bize göre – 10 derecenin altındaydı. Kendi çadırlarımızda kalmadığımıza şükrettik.

Üçüncü gün soba üstünde pişirilen taze pide, ailenin kendi imalatı olan peynir ve keçi sütüyle kahvaltımızı yaptıktan sonra yola çıktık. Yolda sağnak yağmur geçişlerine yakalandık. Öğle yemeği sonrası yerden bir duvar gibi yükselen toz fırtınasının içine girdik. Gökyüzünü inanılmaz güzellikte turuncu renkte yumuşak bir ışık kapladı.

Şarkı söyleyen kum tepeleri

Daha sonra havanın açmasıyla beraber Khongar Els Dunes’a  (Şarkı söyleyen Kum Tepeleri) vardık. Kum tepelerinin şarkı söyleme şeklinde ses çıkarması değişen hava sıcaklığına, kumların üstünü kaplayan ince bir toz tabakasına ve tıpkı çığ gibi kum tanelerinin bir uyum içinde hareket etmesine bağlanıyor. Resimde görüldüğü gibi rüzgar kum tepelerini ondülin gibi kıvrımlı hale getirmiş.

Dördüncü gün fırtınayı arkamızda bırakarak gün doğumundan hemen sonra Beyaz Kubbe olarak bilinen Tsagaan Suvarga’ya doğru yola çıktık. Yoldaki molamızla birlikte 3 saat sonra Tsagaan Suvarga’ya vardık. Burası yeryüzünün yaşını gösteren katmanlarla kaplı tarih öncesi bir deniz dibi. İnsanı bir görüşte cezbeden kaya oluşumları var. Sert kumlu zeminde güçlükle  yukarı çıkıp manzarayı tepeden seyrettik. Katmanlar pastel turuncu, pembe, kahverengi, sarı renkli olup çiçek bozukluğu olan insan yüzüne benziyordu.

Tsagan Suvurga – Beyaz Kubbe

Beşinci gün akşamüstü Kharkhorin’deki Erdene Zuu Manastırına vardık. Manastırın Moğolistan’daki en eski ibadet yeri olduğuna inanılıyor. Tibet Budizm’inin resmi din olarak ilan edilmesinden sonra 1585 yılında inşa edilmiş. Manastırın taşları Moğolistan’ın eski başkenti Karakurum’ dan getirilmiş. Tarih boyunca yaşanan savaşlar sırasında tahrip olmuş, sonradan tekrar yapılmış.

Erdene Zuu Manastırı

Altıncı günkü rotamız Yol Valley Milli Parkıydı. Dağlık bir bölge olan Yol Valley’de tüm tepeler kara bürünmüştü. Karın örtmediği yeşilliklerde o yöreye özgü yak öküzleri ve vahşi at sürüleri otluyorlardı. Geceyi yine milli park yakınındaki bir çadırda geçirdik.

Yak Öküzleri

Son gün ve son gece başkent Ulan Batur’da kaldık. Akşam yemeği sonrası mahalli dans gösterinin yapıldığı bir salona gidip yöresel müzik dinledik ve onların danslarını seyrettik. Çölde olsun şehirde olsun karşılaştığımız insanların ne kadar doğal, sade, yapmacıksız, yardım sever ve iyi niyetli insanlar olduğunu gördük.

Moğol yerel dansı

Yüz ölçümü 1,5 milyon kilometrekare olan Gobi Çölü bir insanın hayal edebildiği sonsuzluk ve ıssızlık sınırlarını zorlayan bir yer. İnsana adeta dünyamızın evrenin içindeki hiçliğini gösterir bir duygu veriyor. Yüzey o kadar düz ve geniş ki, açık denizlerden bildiğimiz ufuk çizgisi bu kez farklı renklerde karşımıza çıkıyor. Kumluk alan, sandığımızın aksine, Gobi’nin sadece belli bir bölgesinde görülüyor, gerisi ise göz alabildiğine bozkır.

Burada doğa, en azından bizim gezdiğimiz Gurvan Saikhan Milli Park bölümünde, o kadar da zalim değil. Göçebeler binlerce yıllık hayvancılık geleneklerini sürdürdüklerine göre hayvanlar bu kısır coğrafyada yiyecek bir şeyler bulabiliyor demek ki. Cengiz Han ve torunlarının bugünkü gibi petrol için değil de otlaklar için savaşmış olmaları boşuna değil. Misafirliği seçerseniz, göçebelerin turistlere kiraladığı “ger” denilen geleneksel keçe çadırlarında kalabilir, çölde pek de yalnızlık çekmezsiniz. Yok eğer sonsuzluğu içinize çekmek ve gece bir yıldız denizinde yüzmek isterseniz kendi çadırınızda kalmanızı tavsiye ederiz. Tabii, çölü hafife almayıp, şiddetli fırtınalara karşı, çadırınızı sağlam bağlarsanız.

At sütü sağan Moğol kadın ve kızı

Gobi Çölü gerek ulaşımın uzak oluşu gerekse konaklama şartlarının konfor açısından yeterli olmayışı nedeniyle az sayıda kişinin gitmeyi isteyeceği bir yer olarak gözükebilir. Ancak kelime anlamıyla yer kürenin ne olduğunu görmek, onun ne şekilde oluştuğunu hayal edebilmek ve kolay kolay başka hiç bir yerde fotoğrafını çekemeyeceğiniz yer ve yaşama şeklini fotoğraflamak için eşi bulunmaz bir destinasyon. Ülkemin dışında yaklaşık kırk beşe yakın şehir ve ülke gördüm ama hiç bir yer beni böylesine etkilemedi.

Ailenin en küçük kızı verdiğimiz oyuncağı tutuyor

Ne yenir, ne içilir?

Göçerlerin ana yemeği et. Koyun veya keçi eti. Et öylesine yaygın ki çay içerken bile içine et suyu koyuyorlar.

Bunun yanında oraya özgü ekmek, yağda kızarmış hamur işi ve yoğurt da yaygın olarak listelerinde yer alıyor. Keçi sütünden yapılan enfes yoğurdu hiçbir yerde yemediğimi ifade etmeliyim. Siz tura çıkmadan rehberinize ne yemek istediğinizi söylerseniz bunlar listeye dahil ediliyor.