Bir Turizmcinin Seyahat Anıları – Hatay

Hatay turumuzun ilk günü öğle yemeği ve yerel lezzetlerle tanışmak için yürüyerek otelimize 150 metre mesafedeki Antikhan Restoran’a gidiyoruz. Yolda ayinlerin Türkçe ve Arapça yapıldığı Antakya Ortodoks Kilisesi’ni de görüyoruz. Yahudi Havrası kapalı olduğu için onu gezemedik. Yemek yiyeceğimiz her yerde ana yemeklerin farklı olması için menüleri çok dikkatli ayarladık. Bunun haricinde abugannuş, zeytin kekik, cevizli salata, soslu patlıcan biber salatası, humus, acılı ezme, fındık lahmacun ve peynirli pide gibi temel mezeler her restoranda servis ediliyor.  

Burada  Oruk, Antakya Döneri, İrmik Helvası tadacağız. Oruk, Hatay usulü içli köfte. Dış malzemesi bulgur, içinde ise  ana malzeme olarak dövülmüş et ve ceviz var. Parmak biçiminde şekillendirilip yağda kızartılıyor.

Antakya dönerini sebzeli döner olarak tarif edebiliriz. Etlerin arasında patates, domates ve yeşil biber var. Çok ince bir pidenin içine konup kıyılmış kıvırcık salata ile dürüm şeklinde yeniyor. Tavuktan veya etten yapılabiliyor. Biz etli olanı tercih ettik.

Tatlı olarak yemek yediğimiz masaların hemen önündeki ateşte, tatlı ustasının  müzik eşliğindeki gösterisi ile birlikte peynirli irmik helvası pişirildi ve ikram edildi.

 Antakya Müzesi

Yemek sonrası dünyanın en büyük mozaik müzelerinden biri olan Antakya Arkeoloji Müzesine gittik. Büyük bir çoğunlukla Roma döneminden kalma mozaiklerin yanında diğer arkeolojik buluntular, steller, heykeller ve lahitlerin sergilendiği bu müzenin gezilmesi için mutlaka 2 saat ayrılmalı.

Dünyanın ilk mağara kilisesinde Hz. İsa’nın havarilerinden biri  olan St. Pierre M.S 29-40 yılları arasında ayinler düzenlemiş ve ilk defa burada toplanan cemaate hristiyan  adı verilmiş.

Yol üzerinde bulunan Museum Otel’de kısa bir duraklama yapıyoruz. Lüks bir otel yapımı için başlatılan temel kazıları esnasında bölgenin çok değerli arkeolojik değerlere ve mozaiklere ev sahipliği yapması nedeniyle inşaat bir anda bir arkeolojik kazı alanına dönüşüyor. Mülk sahibi olan grubun büyük özverisiyle arkeolojik çalışmalardan sonra çelik konstrüksiyon üzerinde metal direkler ve platformlarca taşınıp sabitlenen kabinler bir araya getiriliyor ve sonrasında dünyanın ilk müze oteli ortaya çıkıyor. Tabanda bulunan 1050 metrekarelik mozaik, Eros heykeli ve Roma Hamamı kalıntılarının mutlaka görülmesi gerek.

Daha sonra MS. 7. Yüzyılda yapılan  Anadolu’daki ilk cami olan Habibi Neccar Camisi’nin geziyoruz.

Museum Hotel

Akşam yemeğimiz otele yürüyerek 250 metre uzaklıkta şehrin en bilinen restoranlarından biri olan Konak Restoran’da. Burada çiğ köfte ve  Kazbaşı  (terbiye edilip ızgarada pişirilen iri bonfile  parçaları) yemeğin esasını oluşturuyor. Getirilen mezelerin görünüşü çok iştah açıcı olmasına rağmen ana yemeğe yer kalsın diye sadece tatmakla yetiniyoruz, yoksa kazbaşına yer kalmayacak. Otele dönerken  Köprübaşı’nda künefe yemeği planlamıştık ama ısrarlara dayanamayıp burada da künefe yiyince Köprübaşı molasını erteliyoruz.

Ertesi gün türlü türlü börekler, çörekler, yerel peynir ve zeytinlerden oluşan mükemmel bir kahvaltı sonrası  otobüsle yola çıkıyoruz. Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın Musa Dağına giderken mola verdikleri Hıdırbey köyü ve Ermeni kökenli Türk vatandaşlarının yaşadığı tek köy olan Vakıflı köyündeki mola sonrasında  Akdeniz kıyısındaki Samandağ’a gideceğiz.

Vakıflı Köyü

Hıdırbey köyündeki pazarda her türlü kuruyemişin satıldığı küçük dükkanlar var. Vakıflı Köyünde ise kadınlar kooperatifleşmişler. Organik reçel ve zeytinyağı satıyorlar. Özellikle incir ve turunç reçelleri çok lezzetli. 

MÖ 1.yy’da sel sularının drenajı için yapılan Titus Tüneli ve kaya mezarları ile bilinen Beşikli Mağara’yı geziyoruz. İskorpit Restoran’da verdiğimiz öğle yemeği molasında deniz mahsulleri ve balık yiyeceğiz. Mekan sahibinin balık avına çıkan  4 tane balıkçı teknesi var ve kendisi aynı zamanda deniz mahsulleri ve balık ticareti yapıyor. Burada bizi ev yapımı turşular, bahçeden sabah toplanmış domates, salatalık  ile  ızgara jumbo karides ve deniz levreği bekliyor. Yine bahçeden taze toplanmış meyvelerle yemeği sonlandırıyoruz. 

Uzunçarşı

Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluştukları kayanın üzerinde bulunan türbesinin  ziyareti sonrasında Antakya’ya dönüyor ve  Uzunçarşı’da alışveriş molası veriyoruz. Defne sabunu, nar ekşisi, biber salçası, kırma zeytin, yerel peynirler, ceviz, badem alışverişi sonrasında Çınaraltı’nda Yusuf Usta dillere destan künefesini tadıyor, çay içiyoruz. Burada künefe odun ateşinde ağır ağır pişiriliyor. Künefenin içinde bulunan peynirin uzaması ( sünmesi ) çok önemliymiş. Peynirin kalitesini gösteriyormuş.

Odun ateşinde künefe

Akşam yemeği için şelaleleriyle ünlü Harbiye’ye hareket ediyoruz.  Eski dönemlerde buranın ismi Dafne. Dafne Tanrı Apollon’dan kaçmak için Defne Ağacına dönüşen bir su perisidir.  Şelale gezintisi yapıyor sonrasında çay molası veriyoruz. Hanımlar için ipekli kumaş molasından sonra Kule Restaurant’ta akşam yemeği yiyoruz.  Saç Oruğu, organik beslenmiş tavuktan hazırlanan terbiyeli şiş, katıklı ekmek, kuzu pirzolası ana lezzetleri oluşturuyor.

Hiçbirimiz bu kadar tok iken yatmak istemeyip Asi nehri kenarında bulunan Atatürk Parkında sıkı bir yürüyüş sonrası otele dönüyoruz.

Harbiye

 Turumuzun üçüncü gününde gruptaki katılımcılardan birinin kuzeninin yaşadığı yer olan Üzümdalı köyünde köy sofrasına davetliyiz. Çiftliğin avlusuna tüm katılımcılar ve aile fertlerinin oturabileceği upuzun bir masa hazırlanmış. Masa üzerinde bahçeden yeni toplanmış domates, salatalık, sivri biber, maydanoz, dereotu, ev yapımı reçeller, kendi mandıralarından peynir, yoğurt ve ayran var. Evin hanımı ve yardımcıları tandırda biberli ekmek yapıyorlar. Meyve yemek isteyenler ise bahçedeki dut ve erik ağaçlarında kendin topla kendin ye uygulamasına geçtiler. Karınlar doydu ama gözler hala aç. Bu kadar taze ve lezzetlisini bulamayız düşüncesindeler.

Titus Tüneli

Akşamüzeri dönüş uçuşlarımız var ama hala tepsi kebabı yiyemedik. Bu nedenle servis bitmeden Uzunçarşı Pöç Kasabı ve Kebapçısına gidip lahmacun ve tepsi kebabını da tatmalıyız. Tepsi kebabı ile Kağıt kebabının malzemeleri ve yapılış şekli aynı. Tepsi kebabında ilaveten salça var ve bu da kebabı biraz daha sulu hale getirirken kağıt kebabı kendi yağında piştiğinden biraz daha kuru oluyor.

Üç günde kültür ve  kadar çok şey gördük ve yedik ki, inanılmaz.  Ertesi sabah yazışma grubumuzda kim kaç kilo almış diye bir araştırma yaptık. En az yiyenler bile iki günde bir kilo almışken, boğazına düşkün arkadaşlarımızdan bazıları üç kilo almışlar. Ne yapalım gülü seven dikenine katlanır…

Arkadaşımız Orhon Atameriç’e teşekkürlerimizle